Vesvese, çoğu zaman fark etmeden zihnimizin köşelerine sızan bir misafir gibidir. Başlangıçta zararsız bir fısıltı gibi gelir: “Acaba doğru mu yaptım?” veya “Ya ters giderse?” der. Fakat zamanla bu küçük fısıltılar, içsel bir çığlığa dönüşebilir; zihnimizi kuşatan bir gölgeye.
Vesves en mahrem alanlarına dokunur: karar verme süreçlerimize, ilişkilerimize, hatta hayallerimize. Sanki her adımımızın önceden yargılanmasını isteyen bir iç ses vardır ve onu susturmak mümkün değildir. Oysa çoğu zaman vesvese, gerçekliği değil, korkularımızı yansıtır. Geleceğin karanlık ihtimallerini, geçmişin pişmanlıklarını büyütür ve hayatın akışını durdurur.
Bir yandan vesvese, insanı uyanık ve temkinli kılar; diğer yandan, aşırıya kaçtığında, özgürlüğümüzün düşmanı olur. Zihnimizi kuşatıp kararlarımızı ertelememize, en basit seçimlerimizi bile sorgulamamıza neden olur. Vesvese, bir nevi içsel bir labirenttir; içinde kayboldukça çıkışı zorlaşır, adeta kendi gölgesinin esiri olur insan.
Vesveseyi yenmenin yolu, onu yok saymak değil, farkına varıp anlamaktan geçer. Düşünceleri etiketlemek, onları sorgulamak ve çoğu zaman “gerçekten neye ihtiyacım var?” sorusuna yönelmek gerekir. Vesvese, ancak farkındalıkla karşılandığında gücünü kaybeder.
Sonunda vesvese, insanın hem öğretmeni hem de sınavıdır. Sessiz fısıltıları dikkatle dinlediğimizde, korkularımızla yüzleşmeyi, sabrı ve kararlılığı öğreniriz. Vesvese, yalnızca zihnin bir tuzağı değil, aynı zamanda kendimizi keşfetmeye açılan bir kapıdır.

Yorum Yazın