İnsanlığın Utancı Yoksullu

Hüseyin Okumuş
87513 Görüntüleme
06 Ocak 2024 23:59
Son Güncelleme: 06 Ocak 2024 23:59
İnsanlığın Utancı Yoksullu

Yoksulluk, onurlu ve özgür bir yaşama erişememedir.

Yoksulluğun kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkisi büyüktür. Milyonlarca insanın gıda hakkı ihlaline uğramaktadır. Gıda hakkından gıda güvenliğine, gıda sisteminden gıda politikalarına ve bütün bunların eksikliği   insana ulaşamamasından yoksulluk ilişkisine bağlıdır.

Uzun yıllar sokaktayım ama 20 yıldan bu yana   çok yoksul insan gördüm ama ‘aç kaldık' sözünü hiç duymamıştım. Çünkü o gün yemek yoksa bir komşu yağı, diğeri unu getirir o günü kurtarırdı. Ama artık komşuda da yok, artık gerçekten açlık yaşanıyor. Bunu kabul etmek zorundayız. Pandami dönemi arka sokaklardaki yoksulluğu ana caddelere taşıdı. Marketlerin pazar tezgâhlarının   önüne atılacak sebze meyveler için toplanan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Anneler beslenemediği için bebeğini emziremiyor, bakkaldan hazır çorba alıp bebeğini beslemeye çalışıyor. O marketlerde mamaların üzerine alarmlar işte bundan takılıyor, yine gecekondu marketlerde kameraya karşı yoksul vatandaş peyniri, sütü veya gıda malzemelerini izinsiz alıyorsa yoksulluğun getirdiği zorluklardan ve gıdaya ulaşamamaktandır.

 Bugün artış gösteren sorunlardan birinin barınma olduğunu da görüyoruz. İşsiz kalan güvencesiz kesimin barınacak ev bulmakta zorlandığını da görüyorum. Kirasını ödeyemediği için evinden atılanların sürekli ev değiştirdiğini görüyorum. Korkarım yakın gelecekte sokakta, metro’ larda yaşayan insanların sayısında artış olacak, sokakta yaşayan aileler görmeye başlayacağız diye düşünüyorum.

Bu derin yaranın da elektrik kesintileri olduğunu,  elektrik borcunu ödeyemeyen çok sayıda fakir vatandaşın icra ile tehdit edildiğini ve karanlıkta oturduğunu görüyorum.

Türkiye'de belki de ‘varlığı yok sayıldığı için', yoksulluk konusunda ciddi bir veri eksiği bulunuyor.  Son olarak BM'nin hazırladığı Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi'ne de Türkiye ‘veri eksikliği' nedeniyle dahil edilemedi.

Ölçüm yapılmadığı, elde sağlıklı veri olmadığı için doğru stratejiler de kurulamıyor.

20 yıl boyunca küçük bir oligarşik zümrenin çıkarını gözeten rantçı politikalarıyla, Türkiye’de halk katmanları aleyhine   eşitsizlikleri ve yoksulluğu  derinleştirmiştir. Gelir ve servet eşitsizliği artmış; gıda yoksulluğu, barınma ve eğitim gibi alanlarda eşitsizlik ve yoksullaşma derinleşmiştir. Vatandaşlarımız çocuk, genç, yaşlı, emekli ve hatta çalışan yoksulluğunun her türlüsüne maruz bırakılmıştır. 21.yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye daha önce görülmemiş bir gelir ve servet eşitsizliği, kuşaklar arası eşitsizlik, eğitim ve beceri eşitsizliği, bölgesel eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kıskacında büyük bir gerileme içine itilmiştir.

Toplumumuzda bu denli büyük eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin derinleşmesi, ülkemizin çağın gereklerine uygun mesleki ve teknolojik gelişmeleri takip etmesini imkânsızlaştırmış ve gençlerin dijital teknolojiye erişiminde ve istihdamında karşılaşılan sorunları derinleştirmiştir. Bölgemizdeki sorunlar karşısında basiretsiz adımlar atan Saray rejimi, Türkiye’yi Avrupa’nın kıyısında kayıt dışı ve vasıfsız emek sömürüsünden medet uman, merdiven altı bir atölyeye ve bir sığınmacı kampına    dönüştürürken  yurttaşlarımız ve  misafir  sığınmacılar arasında da derin eşitsizliklerin oluşmasına neden olmuştur. Yurttaşlarımız yarınlara ilişkin hayal kuramaz ve umut besleyemez duruma gelmiş; sadece hayatta kalma mücadelesine odaklanır hâle gelmiştir. Toplumumuzun büyük çoğunluğu âdeta kangrenleşmiş ve kartlaşmış, kuşaklar arası etkileri olacak eşitsizliklerin içine itilmiştir.

Yolsuzluk, israf ve kötü yönetim yüzünden, Türkiye ekonomisi 2015-2023 yılları arasında  küçülmüş; milli gelirimiz gerilemiştir. Bu süreçte toplumun yüzde 90’ının gelir seviyesi yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle gerilemiştir. 2021 yılı Aralık itibarıyla Türkiye 178 ülke arasında en yüksek enflasyona sahip 8. ülke konumundadır. Bilindiği gibi, yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki çarpıklığı artırmış; ücretli çalışanlar ve sabit gelirliler hayatın her alanında artan yaşam maliyetleri nedeniyle yoksullaşmıştır. TÜİK verileri bile son 5 yılda Türkiye’de medyan gelirin yüzde 70'ine göre yoksul vatandaş sayısının 23,7 milyona ulaştığını ifade etmiştir. Ancak artan gıda, yakıt ve kira masrafları yüzünden yoksulluk çeken vatandaş sayısının 2022 ortası itibarıyla 30 milyonu aşacağı tahmin edilmektedir. Bazı analizlere göre ise şu anda 32 milyon yurttaşımız yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında yaşamaktadır.

Artan hayat pahalılığı ve bozulan ekonomik düzen yüzünden, bu yoksulluk rakamlarının maalesef daha da kötüleşmesi beklenmektedir. Bunun anlamı ise Türkiye’de sınıfsal yoksulluk ve eşitsizliğin yaygınlaşması ve kalıcılaşmasıdır. Pandemi nedeniyle kapanmaların yaşandığı 2020 yılında, iş ve gelir kayıpları ile birlikte yoksul yurttaş sayısının 45 milyona kadar ulaştığı tahmin edilmektedir. Nitekim enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik oranları ile hesaplanan Küresel Sefalet Endeksi’ne göre 2022 yılında Türkiye, 178 ülke arasında en kötü yılı yaşayan 7. ülke olmuştur. Kendi kategorisindeki hiçbir ülkede bu denli şaşırtıcı ve yıkıcı yoksullaşma yaşanmamıştır. Türkiye ekonomisi, kamuya ait stratejik kurumların ve Cumhuriyetle yaşıt Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tasfiye edildiği; dış borca ve ithalata bağımlı, bir avuç rantiyeye hizmet eden bir ekonomi hâline getirilmiştir. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca hükümetce vasıflı iş gücüne, katma değerli ürüne ve mesleki eğitime yatırım yapmamış; yaşamsal alanlarda teknolojik olarak dünyanın gerisinde kalınmış, tarım sektörü neredeyse felç edilerek vatandaşın ucuz ve bol gıdaya erişimi zora sokulmuştur. AKP’nin tarımsal ve endüstriyel üretimden kopararak, ranta teslim ettiği Türkiye ekonomisi, 2020 yılında yüzde 0,8 pay ile dünya ekonomisi içinde toplam küresel hasılanın yüzde 1’ini bile üretemeyecek konuma gerilemiştir. Dolayısıyla Türkiye, dünya ekonomisinin ürettiği toplam hasıladan nüfusu kadar bile pay alamayan, vasat altı üreten bir ülke konumuna gerilemiştir.

 BAŞKANLIK DÜZENİ, TÜRKİYE’NİN ORTA SINIFINI BUHARLAŞTIRDI; TOPLUM KASTLAŞMANIN EŞİĞİNE GELDİ

Liyakatsiz tek kişilik hükümetin yanlış politikaları, zengin bir azınlığın daha çok zenginleşmesine, yurttaşlarımızın ise servet ve gelir kaybına uğramasına, geçim sıkıntısı ve yokluk çekmesine neden olmuştur. Orta sınıfın geliri âdeta değersizleşmiş; hatta toplumda kastlaşma yaratmıştır. Türkiye’de orta sınıfın varlıkları, döviz krizleri ve TL’nin değer kaybı yüzünden yok olmakla kelepir hâle gelme arasında sıkışmıştır. Daha da kötüsü orta alt sınıf ailelerin gelirleri erimiş; bu aileler neredeyse faturalarını ödeyemeyecek ölçüde yoksullaşmıştır. K tipi denilen ve zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan büyüme modeliyle toplum kesimleri arasındaki eşitsizlikler artmış, finansal piyasalar ve reel ekonomi arasındaki makas açılmıştır. Dahası, eşitsizlik ve verimsizlik yaratan rant ekonomisi küçük esnafın ve bazı orta ölçekli işletmelerin iflas etmesine neden olmuş, zaten var olan gelir eşitsizliği düşük gelirli yurttaşlar aleyhine daha da derinleşmiştir. Orta sınıf âdeta ortadan kaldırılmış, nüfusun çoğu yoksul kesimlere eklenmiştir. Artık Türkiye’de neredeyse bir “orta direğin” varlığından bahsetme imkânı kalmamıştır. Tek kişilik Saray rejimi, orta sınıf ı tasfiye ettiği gibi, Anadolu’nun içini ve ortasını boşaltmış; orta gelir tuzağı bir tarafa, Türkiye’yi düşük gelir tuzağına doğru adım adım itmiştir.

TÜRKİYE İÇİN “ORTA GELİR TUZAK”TI; ARTIK BİR HAYAL BİLE DEĞİL Tek adam zihniyeti kişi başına düşen milli geliri düzenli olarak gerileterek, 2006- 2007 yılında bulunduğu seviyeye kadar düşürmüştür. Cumhuriyet tarihinde ilk kez kişi başına düşen milli gelir 7 yıl üst üste düşüş göstermiştir. Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından bu yana kişi başına düşen milli gelir üst üste bu biçimde kesintisiz düşmemiştir. 2018’den itibaren, döviz krizleriyle birlikte Türkiye’de orta sınıf gelir grubunun 3,1 milyon kişi azaldığı, bu kişilerin düşük gelirli kesimlere eklendiği hesap edilmektedir. Hayat pahalılığı, yüksek işsizlik ve yoksulların sayısındaki artış, ülkemizde zaten adaletsiz olan gelir dağılımını daha da adaletsiz hâle getirmiştir. Kur şokları, iflaslar ve borçlanmanın yanı sıra; yüksek işsizlik ve düşük maaşlar yüzünden “orta halli” ve “orta sınıf” yaşam hayal olmuştur.

Bu gün ülkemizdeki  depremin de  zengin yoksul ayrımı yapmadığına ilişkin görüş var bu yanlış bir düşünce . Bu depremde tabii ki zenginlerden de hayatını kaybeden oldu ama çok açık bir gerçek var ki ölenlerin ezici çoğunluğu ve deprem sonrasında o acıyı hala çeken işte aç ve açıkta kalanlar hep yoksullar. Başka yerlerde evi, parası olanlar hemen göçtüler ama memleketlerinde çadırlarda, kendi yaptıkları barakalarda kalanlar hep yoksullar.

Ülkeyi yönetenlerin eksikliklerinden dolayı en fazla etkilenen kesimin toplumsal olarak alt kesimler olduğu söyleyebiliriz. Varlıklı bir insanın diyelim ki birkaç şehirde evi olabilir veya aynı şehir içinde barınacak başka yerleri olabilir. Dolayısıyla bir alternatifi vardır. Ama yoksulların böyle bir seçeneği olmadığından tabii daha fazla etkilenirler, kaybolan varlığını telafi edecek imkanı yoktur. Dolayısıyla daha fazla etkilenir tabii ki diğerlerine göre" değerlendirirken bunuda gözetmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Sonuç olarak da vatandaşlarımız son derece eşitsiz gelir ve servet dağılımı; yaygınlaşan derin yoksulluk ve kronik işsizlikle yüz yüze bırakılmıştır.

"Bu ülkede yaşıyorsak bu ülkede huzur olmalı. Birlikte yaşıyorsak herkesin karnı doymalı. Herkesin işi, aşı olmalı, herkesin sosyal güvencesi olmalı. Hiç kimsenin bir gelecek endişesi olmamalı. Bunu sağlayacak kurumun adı sosyal devlettir. Sosyal devlet fakirin fukaranın yanında duran devlettir." “Ülkemizin en önemli sorunlarını sıralarken, işsizlik, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik ve eğitim eşit olmalıdır. Ülkeyi yönetenlerin öncelikli görevleri arasında ise ayrım yapmaksızın herkese iş bulmak, aş sağlamak; istihdam artırıcı ve gelir dağılımı eşitsizliğini giderici ekonomi politikalarını yaşama geçirmek olmalıdır..” “Gençler, alacağı eğitim, ailen de sınıf atlamasının yolu olacak. İktidarın bozduğu “sosyal asansörü” yeniden işler hale getireceğiz. Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir genç de İstanbul’un en yoksul ilçesindeki bir genç de alacağı eşit eğitimle birlikte bu ülkenin valisi, savcısı, öğretmeni, mühendisi, polisi, sinemacısı, imamı, alın teriyle hak ettiği ücreti fazlasıyla alan işçisi olabileceğini bilecek Güçlü sosyal devletin amacı bu olmalıdır. Vatandaşlarımıza asgari bir gelir düzeyi mutlaka sağlanmalıdır. Vatandaş, devlet yardımlarını “lütuf” olarak değil, “hakkı” olarak alacağını bilmelidir.

                                                                                                 Hüseyin   OKUMUŞ

                                                                                       Marmara Belediyeler Haber Ajansı

                                                                                                       Yazarı

Yorum Yazın

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazılarını görmek için tıklayınız.