İnsan, dünyaya çıplak gelir, çıplak gider. Ne malı ne mülkü yanında götürür ne unvanı ne makamı sonsuzdur. Herkesin ömrü bir nehir gibi akar; kimi zaman coşkun, kimi zaman durgun, ama hep ileriye… Asıl mesele, o nehrin kıyısında ne iz bıraktığımızdır.
Hayat dediğimiz şey; ovada esen bir rüzgâr, dağda yankılanan bir ses, taşta bir gölge gibidir. Geldiği gibi geçer. Zaman ne bir gün durur ne de geri döner. Gündüz güneşle, gece ayla geçer ömür. Her sabah, bir gün eksilirken takvimden, fark etmeden bir adım daha yaklaşıyoruz son durağa.
İnsan çoğu zaman kazanmayı, biriktirmeyi, sahip olmayı kutsar. Oysa asıl kazanç, gönüllerde yer edinebilmektir. Bir tebessüm bırakmak bir çocuğun yüzüne, bir yük hafifletmek bir yaşlının omzunda ya da bir yüreğe umut olabilmek… İşte bunlar kalıcı olanlardır.
Kimi zaman bir kelebek gibi savruluruz hayatın rüzgârında, kimi zaman bir arı gibi sabırla çalışırız. Ancak ne olursak olalım, içinde bulunduğumuz zamanı doğru ve anlamlı yaşamak zorundayız. Çünkü zaman ne biriktirilebilir ne ertelenebilir. O, her gün biraz daha bizden alır; anıları, fırsatları, dostlukları ve hatta bizi…
Bu yüzden sorumluluğumuz büyüktür. Kendimize, çevremize ve topluma karşı… Çünkü biz sadece kendi hayatımızdan değil; aynı zamanda başkalarının hayatına değdiğimiz yerlerden de sorumluyuz.
Ey insan! Geldiğin gibi gideceksin… Ama ardında ne bırakacaksın?
Bir iz mi? Bir özlem mi? Yoksa sadece bir sessizlik mi? Zamanın kıyısında yaşarken, kalıcı olanın ne olduğunu hatırla. Zenginlik, şöhret ya da güç değil;
İyilik, vicdan ve hatırlanmaya değer bir hayattır.
Yorum Yazın